Skip to main content

İKLİM KANUNU- ARTILARI VE EKSİLERİ



 



İKLİM KANUNU - ARTILARI VE EKSİLERİ

 

Gelecek ya yeşil olacak ya da hiç olmayacak !!..

 

    Kıymetli dostlar; milyonlarca insan sular altında kalan topraklarından, evlerinden kaçmak zorunda kaldı/kalıyor. Koskoca ülkeler ve bu ülkelerin vatandaşları açlık ve kuraklık yüzünden ölüyorlar. Her yerde yoksulluk kol geziyor. Tüm bunların sonucu dehşet, şiddet, mülteci sorunu ve savaşlar… İşte, “küresel ısınmanın” gerçek yüzü…

     Yine bilimsel araştırmalar ve ölçümler vasıtasıyla elde edilen sonuçlar gösteriyor ki, yer yüzeyinin ortalama sıcaklığının son yüzyılda 0,60C (Avrupa’da ise 1,20C) artış gösterdiği gözlenmiş durumda. 1990 yılından 2100 yılına değin de ortalama sıcaklık değerinin 1,4-5,80C artış göstereceği de öngörülüyor. Hava sıcaklığındaki bu artışın dünya üzerinde süregelen “iklim değişikliğini” de arttıracağı bilinmekte olup, eğer bu artışın önüne geçilmezse atmosfer ve yer yüzeyi arasında ısınan hava ile hepimizin patlamış mısır misali açılacağımız bilinmektedir dostlar… Bu sebeple geldiğimiz noktada iklim değişikliği bir çevre sorunu olma noktasını da aşarak insanoğlunun geleceğini tehdit eden hayati bir yaşam ve varoluş meselesi haline dönüşmüş bir durumda önümüzde duruyor…

     Son dönemlerde Dünya’da olduğu gibi özellikle Türkiye’nin de sıcak gündemlerinden birisi olan “İklim Kanunu” tartışmalarında da bu durumu fazlasıyla görüyoruz. Kanunun artıları ve eksilerine, getiri ve götürülerine, tartışılan noktalarına değinmeden önce iklim değişikliği ve küresel ısınmanın ne olduğuna kısaca değinmekte fayda olduğu kanaatindeyim.

     Özellikle geride bıraktığımız son yüzyıllık dilimde, ekonomik etkinliklerini gelecek kuşakları düşünmeden aşırı bir şekilde gerçekleştiren dünya ülkeleri, önce bölgesel ve daha sonra da küresel çevre sorunları yaşamaya başladıkça ilgi odaklarını “sürdürülebilirlik” konularına çevirmek zorunda kaldılar.  Bu kapsamda da küresel ısınma sorunları dünya ve ülkelerin yerel gündemlerini meşgul eden, yoğun politik ve bilimsel tartışmalara neden olan önemli çevre sorunlarından biri haline geldi.

     Bu kapsamda küresel ısınmayı, insan faaliyetleri sonucu atmosfere salınan gazların sera etkisi yaratmasıyla dünya yüzeyindeki sıcaklığın artması olarak tanımlıyoruz. Bu kapsamda küresel ısınmanın en önemli nedenleri de CO2, N2O, CFC gibi sera gazlarının atmosferdeki artan oranları olarak karışımıza çıkmaktadır. Artan bu oranlar da karşılaştırılabilir zaman dilimlerinde küresel atmosferin bileşimini bozarak “iklim değişikliği”ne neden olmakta.      Özellikle de gelişmekte olan ülkelerde, artan populasyon, gelişmekte olan endüstriler ve artmakta olan enerji talebi sera gazı emisyonlarını tetikler bir durumda bulunuyor.

     Dolayısıyla bu noktada; günümüze gelene kadar yaratılan sera gazı emisyonlarının maliyeti kimlere yüklenecek? Gelişmekte olan ülkeler ya da az gelişmiş ülkeler yaratılan iklim değişikliği sorununun ne kadarının sorumlusu? Hangi sektörler daha fazla kirletici konumda? Tarım, gıda sektörü bu sürecin neresinde? gibi sorular karşımıza çıkmaktadır. Şimdi dilerseniz bu sorulara hep birlikte biz de kendi cevaplarımızı arayalım…

Kanunun Merkezindeki “Emisyon Ticaret Sistemi” Neler Getiriyor?

Kanunun en kapsamlı ve merkezi unsuru Emisyon Ticaret Sistemi (ETS) olarak ön plana çıkıyor. ETS, sera gazı emisyonlarına, net sıfır emisyon hedefine uygun bir üst sınır belirlenmesi ilkesine dayalı olarak çalışan ve karbon kullanım tahsisatlarının alınıp satılması suretiyle sera gazı emsiyonlarının azaltımını teşvik eden ulusal/uluslararası piyasa mekanizasmasını ifade ediyor. Kapsam dahilindeki tesislerin ve bu havuzdaki işletmelerin, “iklim değişikliği koordinasyon merkezi” olarak kurulacak başkanlıktan sera gazı emisyon tahsisatı alması ve doğrulanmış emisyonları kadar emisyon tahsisatını teslim etmeleri gerekiyor. ETS’nin pilot uygulamasının başlatılması, bu dönemde cezaların indirimli uygulanması ve işletmelere izin almak için 3 yıllık bir uyum süresi tanınması planlanmış durumda.


     Bu noktada pozitif manada, tasarının pek çok noktasında da yer aldığı şekliyle, sonrasında da değineceğimiz gibi “yeşil büyüme” hedefi ortaya konmasına rağmen herhangi bir “karbonsuzlaşma stratejisi veya hedefi ortaya konmamış” durumdadır. Hali hazırda, ETS’ye odaklanılması diğer gerekli iklim hedeflerini arka plana atmış bir durumda bulunuyor. Yine(2030, 2040, 2050) gibi ara emisyon azaltım hedeflerine yönelik mutlak bağlayıcı hedefler kanunda bulunmamakta. Fosil yakıtlardan çıkış stratejisi de bu örneklerden birisi durumunda… Esas meselenin “karbonsuzlaşma” olması gerektiği bir düzlemde, kanun, emisyonları azaltmak yerine “kirliliğin metalaştırılması” suretiyle, emisyonların serbest piyasada alınıp satılacağı, kirletme hakkının satılıp alınacağı, parası olanın daha çok kirletme hakkına sahip olacağı, zengin ve büyük ölçekli şirketlerin kirletme hakkı alıp satabileceği, “kirliliğin metalaştırıldığı” bir düzleme evrilme riski taşıyor !!

     Dolayısıyla kanunun bu haliyle Türkiye’yi kilitleme ve yavaşlatma olasılığının yüksek olduğuna dikkat çekmekte fayda var. Yasadaki bu durum iklim zorlukları yerine kısa vadeli ekonomik dönüşümlere(dönüşüm ekonomisi) odaklanıldığını göstermekte dolayısıyla bahsi geçen “adil geçiş” kavramı konusunda endişeleri arttırmaktadır.

Adil Geçiş Eksikliği  

Adil geçiş; iklim değişikliğiyle mücadele ve yeşil büyüme sürecinde; çocuklar kadınlar, yaşlılar, gibi süreçten en fazla etkilenebilecek kişiler öncelikli olmak üzere herkesi kapsayacak yeni istihdam alanlarının(yeşil işler) oluşturulduğu, çevresel ve sosyal kazanımların üst düzeyde tutulduğu politika ve uygulamaları ifade etmektedir. Bir nevi “yeşil taksonomi” olarak da ifade edilen iklim dostu yatırımlara finansal kaynakların yönlendirilmesini ifade etmektedir. Ancak Türkiye’de hali hazırda bir “yeşil taksonomi” taslağı bulunmamaktadır. Dolayısıyla strateji doğru olmasına karşın, “dönüşüm ekonomisi” hedefine yönelik belirsizlikler ortaya çıkmakta ve tartışmalara neden olmaktadır.

     Bahsedilen geçiş sürecinde, fosil yakıta bağımlı sektörlerdeki kırılgan grupların durumu endişeler yaratmaktadır. Enerji sektöründeki orta ve küçük ölçekli işletmeler ve bu işletmelerde çalışan gruplar artması muhtemel enerji maliyetleri karşısında dezavantajlı bir duruma düşebileceklerdir. Bu sebeple geçiş sürecinde, finansman mekanizmasının nasıl işleyeceği, ETS gelirlerinin nasıl paylaştırılacağı ve şeffaflığın nasıl sağlanacağına dair soruların yanıtlanması büyük öneme sahip görünmektedir. Zira kamuoyu işletmelere binecek karbon kotası yükünün dolaylı olarak halka yansıyıp yansımayacağına dair yoğun endişeler taşımaktadır… “Kamuoyunun en çok yasa işleyişinin bu kısmını görmek istediğini/isteyeceğini belirtmekte fayda var…” Kaldı ki dönüşümün ilerleyen süreçlerine dair, konunun sosyo-ekonomik boyutu ve buna paralel tarım-hayvancılık boyutu en büyük tartışmayı yaratan noktalardan birisi oldu…

     Bu noktada kanunun tarımdan ziyade “endüstri ve enerjiye odaklandığını” belirtmek bir diğer önemli nokta !! Zira tarım kaynaklı emisyonlar toplam emisyonlar içinde, yıllar içinde değişen %10-15 aralığında bir orana sahip durumda. Dolayısıyla kamuoyunda tartışıldığı şekliyle tarımın, özellikle de hayvancılığın yasaklanacağına dair söylentiler gerçeği yansıtmayan bir durumda. “Ancak yine de, enterik fermantasyon, gübre yönetimi gibi emisyon salınımı oluşturan tarımsal faaliyetler sonucu, tarım ve hayvancılığın yasadan etkilenecek sektörler içerisinde yer aldığını belirtmek de son derece önemlidir !!”

     Bu noktada geçiş sürecinde “yeşil büyüme” hedefi ile paralel tarımda küçük- orta ölçekli üreticiyi koruyan politikaların ortaya konması önem arz ediyor. Zira ETS kapsamında karbon kotası ödemelerinde zorlanacak işletmelerin varlıklarını sürdürememe tehlikeleri de ortaya çıkabilecektir. Her ne kadar yasa ile tarım sektörünün etkilenmeyeceği ifade ediliyor olsa da, bu riske yönelik ortaya konmuş bir hareket planı henüz bulunmamaktadır.

Özetleyecek olursak dostlar;

-ETS yerine gerçek emisyon hedeflerine odaklanılmalı, kanun tasarısı ve uygulaması endüstriyel bir düzenlemeden gerçek bir çevresel düzenlemeye evrilmelidir.

-Ara ve uzun dönemleri kapsayan aşamalı bir fosil yakıt(kömür vb.) çıkış planı oluşturulmalıdır.

-Adil geçişin yüzeysel kalmaması için şeffaf davranılmalı, endüstri ve tarım sektörlerinde küçük/orta ölçekli üreticilerin endişeleri giderilmelidir. Karbon emisyon kotası gibi ortaya çıkacak ek maliyetlerle, küçük ve orta ölçekli üretici büyük üreticiye ezdirilmemelidir. ETS ve finansman mekanizmalarında dezavantajlı grupların durumu gözetilmelidir.

-Kamu, çevre yararı yerine kurumsal/sermaye yararına hizmet edileceği görüşündedir. Dolayısıyla ilerleyen süreçte tüm sektörlerden paydaşlar sürece dahil edilmeli ve düzenlemelerin halk ve çevre sağlığı dikkate alınacak şekilde yapıldığı açıkça gösterilmelidir.

-Bilime bağlı hedefler 1.5⁰C ve 2053 net sıfır emisyon hedefi yasal olarak zorunlu kılınmalıdır.

-Adil geçiş sürecindeki ilkeler, kurumsal yapılar, finansman mekanizmaları, sosyal güvenlik ağları, işçiler, topluluklar ve kamunun tüm paydaşları doğrultusunda revize edilmelidir. Sadece sanayiye değil, tüm topluma fayda hedeflenmelidir.

-Ve tüm bunları yaparken şeffaflık ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır.

     Dolayısıyla tüm tartışmalı bu başlıklara bir balans ayarı yapmak ve “yeşil büyüme” hedefine kanalize etmekte fayda var dostlar… Bir sonraki yazımızda sizlerle “yeşil büyüme” ve “yeşil yeni düzen” üzerine konuşacağız… İklim kanununa yeni bir yol çizmeye gayret edeceğiz…

     Yazımızı noktalarken, eski Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in bir sözüyle bitirelim:

     “Petrolü Kontrol Edersen Ulusları, Yiyeceği Kontrol Edersen İnsanları Kontrol Edersin !!...”

     Ve biz de “unutmayalım ki; geleceğin savaşı/savaşları gıda ve su üzerine olacaktır !!..”

     “Gıda egemenliği hayatidir, hayatidir, hayatidir !!..”

Sevgiyle kalın…


 


Comments

Popular posts from this blog

OBLOMOV

Oblomov “lüzumsuz adam” tiplemesinin ölümsüz örneklerinden birisi ve belki de en bilinenidir. Orta yaşlı toprak sahibi Oblomov işinden ayrılmış, borca batmış ve tüm dünyevi işlerini yatağından görmeye başlamıştır. Her bir köşesi dökülmekte olan dairesinde kendisi kadar tembel uşağıyla birlikte kayıtsızlık içinde yaşayan bu miskin asilzade, değişime ayak direyerek işlevsizleşmiş bir sınıfın timsalidir. Gonçarov’un kaleminden çıktığı günden beri toplumun içine karışmış, “Oblomovluk” sözcüğünü günlük dile kazandırmıştır. Oblomov, 19. Yüzyıl sonunda bu açmaza giren toprak sahiplerinin güldürüsü olmakla kalmıyor, aynı zamanla mevcut sosyal düzenin acayipliklerini de ciddiyetle ama tatlı bir dille eleştiriyor. Kitap temelde iki düşünce akımının çarpışması yönünde ilerler. Bir tarafta, 19. Yüzyıl Rusya’sında varlığını serfliğe borçlu olan, miyadı dolmuş, sorumsuz aristokrasiye somut bir örnek teşkil eden İlya İlyiç Oblomov, diğer tarafta ise hayatın “düşünmek ve çalışmak” olduğuna inanan, d...

MUHTEŞEM GATSBY!

        Daha genç ve daha kırılgan olduğum yaşlarımda babamın verdiği bir öğüt, o günden beri aklımdan hiç çıkmaz.     “Birisini eleştirmeye kalkıştığında,” dedi bana, “ şu dünyada her insanın senin bulunduğun ayrıcalıklara sahip olmadığını aklından hiç çıkarma.”       “Muhteşem Gatsby” edebiyat tarihinin en etkili romanlarından biri olarak gösterilir. Yazar Scott Fitzgerald’dan insanlık tarihine sunulmuş bir “umut manifestosu…” Zira kitapta birçok yerde “yeşil ışık” metaforu ile umuda atıfta bulunulmaktadır. Hikâye 1920’lerin Amerikası’nda geçiyor. O yıllarda Amerikan ekonomisi yeni yeni büyümekte, ekonomik sınıflar tam olarak oluşmamış durumdadır. Kapitalizm kontrolsüz bir durumda, büyük şirketler hukuksuz ve yolsuz davranmaktadır. Zengin ve fakir kesim arasında büyük bir gelir uçurumu vardır. Kölelik düzeni devam etmektedir. Had safhada bir gösteriş ve eğlence kültürü hakimdir. Toplum çöküşün sinyallerini vermektedir. Bu ekonomik ...

Acımak?

“Acımak” Reşat Nuri Güntekin’in çarpıcı romanlarından bir tanesi… 1920’lerin Türkiye’sinde geçmektedir. Romanda Acıma duygusu, iyilik, dürüstlük, fedakârlık ve kötülük, yalancılık, tembellik ikileminde anlatılıyor.   Kitabın ana karakteri Zehra, çalışkan, disiplinli, verdiği kararlardan asla geri dönmeyen, en küçük bir gevşekliği ve zaafı affetmeyen idealist bir Anadolu öğretmenidir. Sivas’ın bir mezrasında öğretmenlik görevini yapmaktadır. Hikâye Zehra’nın çalıştığı okula bir mektup gelmesiyle başlar. Mektup, Zehra’nın İstanbul’daki babasının ölüm döşeğinde olduğunu ve kızının derhal İstanbul’a gelmesi gerektiğini bildirmektedir. Ancak ilginç bir şekilde Zehra gitmek istememektedir. Okul müdürü Tevfik Bey’in ısrarı üzerine Zehra hikâyesini anlatmaya başlar. Zehra’nın babası Mürşit Bey bir alkolik, kumarbaz, kaçakçıdır. Küçüklüğünde Zehra ve ablası Feriha’ya ızdıraplar çektirmiştir. Ablası Feriha fakirlik içerisinde veremden ölmüştür. Yine de Zehra son bir kez gidip babası Mürşit B...